KARANLIKDERE

Tuesday, May 26, 2009

Bayburt - Çaykara


15 Mayıs 2009 Cuma günü Ümraniye Tepeüstü'nden saat 14.30'da bindiğim
Bayburt otobüsü, yolcularını şehrin çok çeşitli yerlerinden toplayarak, saat 17:00 ye doğru İzmit Otogarına ancak ulaştı ve otogarın içine girmeden yola devam ederek sırasıyla, Bolu gişeleri (akşam yemeği), Gerede (namaz), Osmancık (yarım saat dinlenme), Suşehri (20 dakika dinlenme) molalarıyla sabahın erken saatlerinde Erzincan yakınlarına kadar ulaştı. Şehre girmeden 20 km kadar önce, Kuzey'e yöneldi ve Pösge dağı geçidini aşarak önce Kelkit'e, daha sonra da Köse üzerinden ertesi sabah 9 civarında Bayburt'a ulaştı.

Şehrin biraz dışındaki otogarda zaman kaybetmeden hızlıca bisikletin tekerleklerini takıp, ayarlarını son bir kez kontrol ettikten sonra 5 kg civarındaki yükümü sırtlanıp Aydıntepe istikametine doğru yola koyuldum. Yolun hemen üzerindeki iki ayrı benzin istasyonunda basınç göstergesi çalışan bir kompresör bulamadığım için lastik havalarını yakınlarındaki bir lastikçide 50 PSI olacak şekilde ayarlayıp, önümde uzanan az eğimli ve uzun yokuşu tırmanmaya başladığımda saat 9:30 civarına ancak gelmişti.



Doğu Karadeniz’in çok yağış alan olağan havası için mükemmel denilecek koşullarda, 1 saat kadar sonra 22 km uzaklıktaki Aydıntepe'ye vardığımda, yol üzerindeki Soğanlı dağlarını ve bu dağlar üzerinden Trabzon'un Çaykara ilçesine ulaştıracak olan yolları seçebilmeye başladım. Bisikletle geçmeyi planladığım yolun toplam uzunluğu aşağı yukarı 100 km kadar ve koşullar uygun olursa, aynı gün içinde, geceya kalmadan Çaykara'ya ulaşabileceğimi sanıyorum. Bu nedenle, yolun Soğanlı geçidine kadar olan ilk 20-25 km'lik bölümünü, 40 TL ödeyerek kiraladığım bir araçla almaya karar veriyorum. Aydıntepe'den Soğanlı geçidine kadar olan yol, yukarılara doğru tırmanıp yayla köylerine doğru ilerledikçe, buraya kadar fena bir zemin olmayan soğuk asfalt, yerini toprağa bırakıyor.


Soğanlı geçidi, çok uzaklardan karlar altında gördüğüm dağları aşan 2330 metre yükseklikte bir geçit ve eğim burada daha az olsa da yılın büyük bölümünde kar altında kalıyor ve geçit vermiyor. Beni buraya kadar çıkartarak en az bir tam gün zaman kazandıran şöförüme teşekkür ettiten sonra, yola tekrar bisikletle devam ediyorum. Hava aşağı kısımlardan farklı olarak oldukça serin ve toprak yolun her iki tarafı da bir metre kalınlığında karla kaplı. Kar örtüsü, zaman zaman yolumu kesiyor ve bisikletten inerek karın daha az ya da uygun olduğu yamaçlara doğru tırmanıp, oradan doğru devam ediyorum. Yolun burdan sonrası, Çaykara'ya kadar neredeyse sürekli bir iniş ve görünen o ki, eğer birkaç hafta daha erken gelmiş olsam, böyle bir geçiş kesinlikle mümkün olamayacakmış.



İlkbahar buralara henüz gelmemiş, karın erimesiyle ortaya çıkan otlar Sonbahar'daki renklerini koruyorlar. Toprak yol ise hızlı gitmeye izin vermese de en azından bisikletin kaymasına ya da saplanmasına yol açmayacak kadar düzgün.


Herhangi bir işaretleme olmamasına karşın geçidin düzlüğünde sol tarafa ayrılan ilk yolun Kuşmer yaylasına gittiğini tahmin ediyorum. Bundan sonra da sağa ya sola ayrılan çeşitli sapaklar Karlıca (Cumavank), Dumlu (Henege), Kavlatan, Sultan Murat yaylası yönlerine gidiyor olmalı. Hava o kadar açık ki, çok uzaklardaki yerler bile görülüyor. Karanlıkta hele sis olduğunda buraları bilmeyen birinin yolu bulması neredeyse olanaksız olmasına karşın, Çaykara yönüne Derebaşı yoluyla inen yolu tahmin etmekte zorlanmıyorum. Sessizliği bozan tek şey rüzgarın bisiklete çarparak çıkardığı ıslık sesleri ve rüzgarlığımın hışırdaması. Soğanlı geçidini 2 - 3 km kadar geride bırakıp alçalmaya başlayınca, kar örtüsü de ortadan kalkacak işler kolaylaşacak diye düşünürken, hiç hesapta olmayacak bir şeyle karşılaşıyorum: Kuzey yamaçlarını dönen toprak yolun üzerine yukarılardan yığılan kar, yolun üzerini tamamen örtmüş! 200 - 300 metrelik bir bölgeyi bisiklet elimde dikkatlice geçtikten sonra, ikincisi, üçüncüsü, dördüncüsü derken zahmetli de olsa bu şekilde gidebileceğimi düşünmeye başlıyorum. Sol tarafımdaki derin vadi çukurunun 800 metre kadar yukarısındaki yol, ufak bir eğimle alçalırken, bu şekilde geçilmesi çok kolay olmayacak bir yan geçiş sırasında hafifçe kayınca, tehlike ortaya çıkmaya başlıyor. Vadinin tabanında, uzaktan sesi kolaylıkla duyulan kar sularının oluşturduğu nehir, köpürdeyerek akıyor. Saat neredeyse 14:00 olmak üzere ve yolu tekrar yukarı tırmanmak için çok fazla zaman yok, aşağıya doğru inişte belli ki, umulmadık sürprizler bekliyor.


Birkaç kilometre sonra, yine bisiklet sol tarafımda, eğimli bir kar yamacını geçtikten sonra, toprak yol bu sefer 60 dereceye yakın bir kar kulvarı ile kesiliyor. Bisiklet olmasa ya da ayağımda kramponlar ve elimde kazma ile normalde buranın geçilmesi hiç sorun değil. Bir süre düşündükten sonra, burayı geçerken kaymanın sonuçlarını göze alamıyor ve geri dönerek yolun daha üst bölümlerine tırmanıp karın ya da eğimin daha uygun olduğu bir yer bulabilmeyi ümit ediyorum. Geri dönüşte, bu sefer bisikleti sağ tarafıma alarak geçmeye çalışırken aniden aşağıya kaymaya başlıyorum. Durduracak hiçbir şey yok ve bu yamaç vadinin tabanına kadar kesintisiz şekilde devam ediyor! İçgüdüsel ve ani bir kararla, bisikleti yatay konumda kara saplayarak duruyorum. Bu tehlikeyi de atlattıktan sonra, kar kulvarında ayağa kalkmadan, bisikleti bu şekilde çapa gibi kullanarak buradan kurtulmayı başarıyorum. Nabız atışlarımın normale dönmesini bir süre bekledikten sonra, planladığım gibi üst taraflardan daha az tehlikeli bir geçiş bulunduğunu sevinerek görüyorum.


Bayburt - Çaykara yolu üzerindeki Derebaşı virajları bölgesi hala görünürde yok. Acaba yanlış yola mı saptım derken, arazi Doğuya doğru kıvrılmaya başlıyor. Çok uzaklarda ve karşı yamaçlardan inen yollar, dar keçi patikalarını andırıyor. Derebaşı virajlarının ilk görüldüğü noktada Demirkapı Geçidi'nde kısa bir mola verip çevreyi iyice inceliyorum. Kar, yamaçlardan aşağıya dökülerek buralarda da geçişi olanaksız hale getirmiş ve bu sefer yukarılara tırmanma ya da burayı kestirmeden geçme olanağı yok.

Kar dışında kayalıklardan kopan irili ufaklı taşlar da bisiklete hakim olmayı epey zorlaştırıyor. Bu mevsimde, kendine yol açma yeteneği olmayan herhangi bir motorlu aracın buradan geçmesi olanaksız. Bisikleti zaman zaman taşıyarak da olsa 1 saat kadar bir sürede bu çok tehlikeli inişi tamamlıyorum. Yolun uçurum tarafı ile diğer taraftaki dik kayalık arasında karın örtmediği kısmların genişliği zaman zaman yarım metreden daha dar hale geliyor.

Ufak bir dikkatsizlik, kayarak aşağılara yuvarlanmaya yol açacağından, bu kısımlarda gözümü dört açıyorum. Sonlara doğru yol bir köprüye ve hemen yanı başındaki bir kır lokantasına ulaşıyor. Suyun kenarında kısa bir dinlenmenin ardından, burada mangal yapıp içki içmekte olan iki kafadara veda ederek Çaykara'ya doğru uzun inişe devam ediyorum. Yolun buradan sonraki kısmı daha önceki bölümlerden çok farklı bir atmosfer içinde geçiyor. Her iki taraftan çok yüksek tepelere kadar ulaşan sık çam ormanları arasında vadinin tam ortasından akan bir suya, zirvelerden eriyen kar sularının oluşturduğu sayısız dere, çağlayanlar yaparak katılıyor. Yeşilin binbir çeşidi, yeni çiçek açmakta olan meyve ağaçları, göz alabildiğine uzanan düzgün ve çimenlik alanlar ve daha arkada sabah içinden geçerek indiğim Kaçkar dağlarının henüz karla kaplı yaylaları. Karadere'ye doğru yavaş yavaş yayla evleri başlıyor.


Birbirlerinden olabildiğince uzak yapılmış bu evlerin bir kısmına belli ki içinde yaşayanlar epeydir uğramasa da, dik yamaçlara binbir zahmetle oluşturulmuş bahçe ve tarlalarda çalışan insanlar görülmeye başlıyor. Yanlarından geçerken özellikle çocuklar şaşkınlık içinde bakıyorlar.
Yol dik yamaçları makul eğimlerle inebilmek için 'saç tokası' biçiminde arka arkaya çok sayıda büküm yapıyor. Bu bükümlerde hızımı bir miktar azaltmak zorunda kalıyorum. Karadere'ye girişte ufak bir çocuk durduruyor ve bisikletime binmek istediğini söylüyor. Kendisini 30 - 40 metre uzaklıktaki meydana kadar taşıyorum ve anne babası merak edebilir diye hemen yakınlardaki lokantaya girip haber veriyorum. Lokantanın sahibi, konuşmamız sırasında, benim köye doğru geldiğini yarım saat önce haber aldığını anlatıyor. İkram ettiği ayrandan da para almıyor ısrarlarıma karşın.

Karadere - Çaykara arasındaki yolun özellikle ilk bölümünde devam eden dik inişler, Çaykara'ya yaklaştıkça giderek azalmaya başlıyor. Buna karşın toprak yol yerini asfalta bırakıyor. Burada evler yola çok daha yakın ve Karadeniz mimarisinin bildiğimiz örnekleri, her yeri istila etmeye çoktan başlamış. Buna karşın güzel yapılar da tek tük göze çarpıyor. Çaykara çıkışında bir benzin istasyonunda gözüme çarpan araba yıkama istasyonunda durup, rengi artık tam seçilemeyen bisikletimi basınçlı su ile güzelce temizliyorum. Saat 17:00 civarı ve gece Çaykara'da kalıp ertesi gün yola Trabzon ya da Rize'ye doğru devam edebilirim diye düşünürken, hareket etmekte olan bir midibüs dikkatimi çekiyor ve neredeyse son anda bisikletin tekerleklerini sökerek arka tarafındaki bagaja sıkıştırıyorum. Araç, Çaykara - Dernekpazarı - Of yolu ile Trabzon'a gidiyor ve 7.5 TL bilet ücreti ödüyorum. Ayakta yapılan yorucu ama güzel bir yolculukla 80 km uzaklıktaki Trabzon'a vardığımda hava halen aydınlık. Akşam Trabzon’da geceledikten sonra, sabah 7 uçağıyla İstanbul’a sabah erken saatlerde geri dönüyorum.